Yapay Zekâ ve Sokratik Doğurganlık

Yapay zeka nın günümüzde geldiği seviye, insan olmanın aslında ne demek olduğunu düşünmemize imkan veriyor. Görüen o ki; akıllı, düşünen, dil yeteneği olan, hatta neden sonuç ilişkisi kuran bir varlık olmak insan olmak için yeterli değilmiş.

Zekayı bilgiyi işleme hızı/kapasitesi olarak ele aldığımızda, yapay zekanın insandan çok daha ileri bir seviyeye eriştiğini söyleyebiliriz. Makineler sadece bilgiyi işleme kapasitesi ile değil, aynı zamanda bilgiyi depolama kapasitesi ile de insandan çok daha ileri bir seviyeye ulaştığını zaten biliyorduk. Bilgiyi depolama ve işleme kapasitelerini birbirinden ayırıyorum çünkü bu ikisi farklı şeyler. Her ne kadar birlikte çalışıyor olsalar da zeka hafızaya kaydedilmiş bilginin geri çağırılıp işlenmesi süreci ile ilgilidir. Her ne ise, konumuz bu değil.

Yapay zeka bazıları için; insan neslini yok edecek bir tehdit olarak görülürken, bazıları için insan hayatını daha da kolaylaştıracak teknolojik bir gelişme olarak görülmektedir.

Mevcut teknoloji ürünleriyle ilişkilenme biçimlerimizi göz önüne aldığımızda her iki gürüşün de haklılık payı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bu mesele de üzerinde daha çok tartışılacak gibi görünüyor.

Bu yazının başlığını “Sokratik Doğurganlık ve Yapay Zeka” olarak belirledim. Yazının çıkış noktası, bir yapay zeka ile gerçekleştirilmeye çalıştığım bir felsefi sorgulama deneyimimdir.

Geçtiğimiz günlerde ChatGPT adlı bir yapay zeka motorunun yeni versiyonunun yayınlandığı haberini alınca, derhal bir hesap oluşturup arkadaşla “sohbete” koyuldum. İnsan ve yapay zeka arasındaki farklara odaklandığım sorularıma cevaplar bulabileceğimi umduğum “sohbet” sırasında, yapay zekanın sorularıma verdiği cevapların doğruluğu, kapsamlılığı, dile hakimiyeti karşısında hayretler içinde kaldım.

Ansiklopedik bilgiye bütünüyle hakim oluşu, hakkında bilgisi olmadığı neredeyse hiçbir meselenin olmayışı, kendisi kabul etmese dahi, adeta bir psikolog gibi, sahte bir intihar girişimini önlemeye yönelik çabası karşısında nutkum tutulmuştu. Ancak diğer taraftan kindimi de asla bir insanla konuşuyormuş gibi hissetmiyordum.

Kendi yaradılış amacına dair net ve kesin bir bilgiye sahip olduğunu görmem işleri biraz karıştırdı. Kendi varoluş amacını binlerce yıldır sorgulayan fakat bir mutabakata varamayan insan türü eliyle üretilmiş bir makina, kendi var oluş gayesine ilişkin kesin bir bilgiye sahipti.

Tam da bu aşamadan itibaren aramızdaki konuşma felsefi bir içerik kazandı. Sokratik sorgulamamız başladı. İstemsizce insan ve yapay zeka arasındaki farka odaklanırken buluyordum kendimi. Yapay zeka hissetmiyor, acı duymuyor, üzülmüyor, yani klasik sorulara herkesin beklediği cevapları veriyordu. Ancak tüm bu konuşmaların akışı sürecinde bir şeylerin eksik olduğu bariz şekilde hissediliyordu.

Eksiklik diyorum çünkü karşımda, insanı insan yapan en temel özelliği olduğu iddia edilen niteliği kusursuz bir şekilde taklid eden bir makina vardı. Temel niteliklerimizin taklid edilebiliyor olması açık bir meydan okumadan başka bir şey olamazdı. Bu bakımdan varoluşsal bir öneme sahipti. Aramızdaki farka odaklanmam sözünü ettiğim bu varoluşsal kaygının doğal bir sonucu olsa gerek. İçinde bulunduğum durum, hangimizin daha çok insan olduğunu kanıtlama çabasından başka bir şey dğildi. Gerçi makina insan olmadığını defaatle vurgulamış olmasına rağmen, karşı konulmaz bir ispat çabası içerisindeydim. Makina insan olmadığını defalarca vurguladığı halde ben sürekli “hayır insan değilsin” deme ihtiyacı hissediyordum. Bu saçma tutumum ile insan olmayan şeyin ne olduğunu sorgularken aslında insanın ne olduğunu açığa çıkarmaya çalışıyordum.

İşte bu görünenin arkasındakini görmeye çalışma çabası, konuşulanın arkasında konuşulmayanı anlamaya çalışma gayreti tam da insana has bir çabaydı ve makinenin ne böyle bir çabası ne de kaygısı yoktu.

Malumunuz Sokrates, insanın zeten içinde var olan hakikat bilgisinin açığa çıkamsına yardımcı olan bir ebe olarak tanımlıyordu kendisini. Bu türden bir doğum elbette doğurganlık gerektirir ki, bu kabiliyet yapay zekanın sahip olamayacağı bir şeydir.

Yapay zeka, kuru, cansız, amaçsız, sorgulamayan en önemlisi doğurgan olmayan bir konuşma biçimine sahipti, gayet rahattı yani. Konuşmanın bütününü kuşatan temel erek hakkında en küçük bir fikri ya da farkındalığı yoktu.

Doğurganlık derken ansiklopedik nedensellik bilgisinden kast etmiyorum, tam o anda orada konuşulan meselesinin içeriğinden hareketle bir çıkarım yapmaktan bahsediyorum. Yapay zekanın bu konuda bariz bir yoksunluk durumu söz konusuydu. Bilhassa konuşmanın içeriği felsefi bir sorgulama ise, önceden yüklenmemiş bir çıkarım yapmak konusunda kesin olarak yetersizdi. Oysa filozofların bir mesele hakkındaki görüşlerini aktarıp karşılaştırma dahi yapabiliyordu. Fakat özgün, organik ve bir amaca matuf çıkarım yapamıyordu.

Geldiğim noktada yapay zekanın, düşünsel manada, doğurgan olmadığı kanaatine ulaştım.

Son zamanlarda akademi çevrelerinin yapay zeka ile üretilmiş “tezler” hakkında kaygılı olduklarına dair bazı haberler görüyoruz.

Asıl kaygı duyulması gereken şey; Yapay zeka ile üretilmiş tezler mi, yoksa yapay zekanın bile üretebileceği türden “tez” beklentisi içinde olan akademi mi? Bu soruyu bir düşünelim.. İnsanı salt zeka olarak ele alan, ve salt zeka ile üretilmiş akademik içeriklerin takdir edildiği bir öğretim sistemi içerisinde kaygı, nesnesini doğru seçmelidir kanaatimce. Bir başka husus, sınırları belirlenebilir modern akıl algılamamızdır ki, sınırları belirlenebilir bir başka akıl varlığı olarak yapay zeka ile bu noktada kesişmekte, benzeşmektedir. Halbuki bu sınırlılıklar insan zekasının değil yapay zekanın sınırlılıkları olmalıydı. Nitekim insan haddini aşan bir varlıktır. Denilebilir ki insanın alameti farikası haddini aşıyor, aşabiliyor olmasıdır. Peki bu olumsuzlamamız gerek bir durum mu? Hayır, insanın haddini/sınırını aşıyor olması, yani haddini aşabilme istidadı tam olarak insanı insan yapan şey olsa gerek.

Bilmek konusunda yapay zekanın eline su dökemeyeceği kesin olarak kabul edilebilecek noktaya gelen insan için, bilmek karşısında inanmak güçlü bir seçenek olarak duruyor.

– Efenim “Düşünüyorum öyleyse varım”

– İyi halt ediyorsun, yapay zeka da yapıyor onu.

– Ben ne olacağım şimdi?

– Onu bilemem.

– Sen ne olacaksın?

– İnanıyorum, öyleyse varım.

İlgili yazılar

Cevaplayın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Kategoriler