Şeyleştirilmiş sanat, siyaset ve akademi | Kültür Endüstrisi

Adorno’nun metni, kültür endüstrisi hakkında tek tek örnekler ve olgular üzerindeki etkisinin betimlendiği bir eser, bu bakımdan bu eser özetlenemez olduğu gibi, özetlenmemesi de gereken bir eserdir.

Ben de burada kitabın bir özetini sunmaya çalışmak yerine, kitaptan ilham alarak, kültür endüstrisi tarafından inşa edilmiş küresel kültüre dair eleştrilerimi aktarmaya çalışacağım.


Popüler kültür, kitle Kültürü, manipülasyon ve şeyleşme kavramlarını anahtar kavramlar olarak verebiliriz.

Makalemi, şeyleşmeye, benzeşmeye, standartlaşmaya bir başkaldırı olarak ifade edebileceğimiz Adorno‘nun Kültür Endüstrisi eleştirisinin ruhuna uygun olarak, düzenli bir akademik sunuş formatı içerisinde değil, aklıma geleni, sıra gözetmeksizin olduğu gibi söylediğim bir düzensizlik içinde bulacaksınız.

Bu anlamda belkide en sonda söylemem gerekeni en başta söyleyerek başlayabilirim.


Kapitalizmin, kültür endüstrisinin şeyleştirdiği en büyük şey, ona en büyük eleştirileri getiren Marksizm’in bizzat kendisidir.

Siyasette olduğu gibi sığlaşan, ilkesizleşen, şeyleşen her muhalif söylemin var olan iktidarı ayakta tutmaya hizmet ettiği gibi, marksizm de karşıtı olan kapitalizmi var eden bir şeye dönüşmüştür. Şeyleşen her şey, karşıtının varlığına hizmet eder.

Adorno; ilkellikten gelişmişliğe, karanlık ortaçağdan aydınlık modern dünyaya, barbarlıktan medeniyete ilerlemeci popüler tarih anlatısına yönelik sert eleştirilerini “Vahşetten insancıllığa götüren bir evrensel tarih yoktur, ama sapandan bombaya götüren bir evrensel tarih vardır. ” cümleleri ile dile getirmiştir.


Modernitenin rasyonalite iddialarını
“Aydınlanmış akılsallık ve kapitalist üretim, düşünümün önünü tıkar; Aydlanma’nın, doğa üzerindeki tahakküme ve mutluluğu gerçekleştirecek araçları sağlama almaya dayanan karşı konulmaz ilerlemesi, aslında karşı konulmaz bir gerilemeye yol açacaktır.” cümleleri ile adeta ifşa etmiştir. Kapitalizm esasen insan akılsallığının, rasyonnalitesinin ürünü olarak bir sistem değil, aksine insan türünün baskılanamaz,durdurulamaz hayvan ötesi aç gözlüğünün, yükselişidir. Bunu insanlığa sunan da modernitenin bizzat kendisidir.


Sanat ve Zanaatin ayrışması.

Klasik dönemdeki sanat ve zanatin birlikteliği modern dönemde ustaca birbirinden koparılıp ayrılarak, sanat eserleri birer şeye dönüştürülmüştür. (Sunuşun yazarı bunu kafa emeği ile kol emeğinin birbirinden ayrılması) olarak betimlemiş.

Klasik dönemde yaşamış bir kadının kıyafetindeki, ince, zevkli, iğne oyası desneleri bu gün ancak bir sanat galerisinde, şansınız varsa modern klasiklerin olduğu bir sergide, ya da bir müzede ve ancak ücreti mukabilinde görebilirsiniz.

Adornonun sanat üzerinden betimlendiği kültür endüstrisi aslında sadece sanat alanıyla sınırlı değildir. Bu aşınmayı modern yaşamın her alanında görmek mümkündür.

Örneğin günümüz hukuk endüstrisini, kültür endüstrisinden farklı bir yere koymuyorum.
Bir Hollywood filmi tarafından duygusal ihtiyaçları karşılanarak şeyleştirilen seyirci, kültür endüstrisi açısından ne ise, hakkını arayan vatandaş hukuk endüstrisi için aynı şeyleştirilmiş “şey”dir.

Değişim.

Klasik dönemde, Doğudan Batıya Kuzeyden Güneye, bir ülkeden bil ülkeye, bir krallıktan bir Sultanlığı, bir şehirden başka bir şehre seyahat edecek olsanız, yol üzerindeki uğraklarınızda dilin, mimarinin, şehirlerin, çarşıların, kıyafetlerin, şapkaların, kandillerin, develerin, atların ve sürdükleri arabaların, şarkıların, çalgıların, notaların, nağmelerin, dansların, kitapların, yazıların ve dahi harflerin büyüleyici değişimlerine tanık olurdunuz.

Günümüzün modern Dünyasında; kentler, gökdelenler, toplu taşıma araçları, otomobiller, metrolar, köprüler, alışveriş merkezleri, mağazalar, markalar, kıyafetler, mide bulandıracak düzeyde standartlaşmış, benzeşmiş, Dünyamızı daraltarak aynılaşmıştır.

İçinde yaşadığımız bu dönemin en ışıltılı sloganlarından biri “Değişim”dir. Trajikomik olan şey; Modernitenin en büyük savunucuları için “Değişim” sloganınının kutsal bir ilkeye dönüşmüş olmasıdır. Ancak bu türden bir değişim, klâsik dönemde bir seyyahın yol üzerinde, etrafında değişen büyülü Dünyasından farklı türden bir değişimdir.

Modernist değişim talebi, standartlaşmaya, benzeşmeye aynılaşmaya, şeyleşmeye doğru bir değişimdir. Benzeşmeye, aynılaşmaya, şeyleşmeye dönük değişim talebinin Türkiye’deki temsilcileri batıcı, seküler modernistlerdir.
Adorno “Günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır.” derken, kültür endüstrisinin Türkiye’deki temsilcilerini görse, yok artık bu kadarını ben de beklemiyordum derdi herhalde.

Demokrasi ve şeyler…

Modern Dünya’da ülkeler modern demokrasilerle yönetilir, yönetilmelidir! Bir ülke demokratik değilse her türlü uluslararası müdahaleyi, yaptırımı ve cezayı hatta işgali hak eder.

Peki, modern devletlerde, beş yılda bir oy vermekle sınırlandırılmış, seçmenleştirilmiş, yani şeyleştirilmiş vatandaş için ne demeli?

Hani kul olmaktan kurtulup vatandaş olacaktık?
İşin gerçeği şu ki; modern demokrasilerde, iktidar sahiplerinin elinde kul olmakla, iktidar karşıtı ihtiras sahiplerinin elinde pul olmak arasında zerre kadar fark yoktur. Her iki durumda da basit bir “şey”sin, başka da bir şey değilsin.


Akademiye..

Sormak istiyorum!
Benzeşmek, aynılaşmak adına, sahte bir marka etiketi ile sosyete pazarlarında satılan ucuz bir çanta ile; Benzeşmek, aynılaşmak adına, küresel kültüre tutunan, küresel kültürün üstünlüklerini vaz eden ucuz bir akademisyen arasında ne fark vardır?

Kapitalizm eleştirisi ortaya koyması beklenen akdeminin, sermayeye odaklanmadan önce ve daha da önemlisi kendisine odaklanması gerekmez mi? Şeyleşmekten kurtulamamış bir akademisyen toplumu şeyleşmekten nasıl kurtaracak?

İlgili yazılar

Cevaplayın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Kategoriler