İnsanın düşünce serüveni boyunca söylenmiş hiç fikir kırıntısı yoktur ki, kendinden önce söylenmiş bir öncelinden ilham almamış olsun. Öyle ise bu yazı dahi evvelce söylenmişlerin yeni bir terkibi olarak kaleme alınmıştır. Bilgiyi parçalarına ayırıp çoğaltanların da, onu birleştirip bütünleştirenlerin de hüsnü niyetle hakikate yönelmiş oldukları ön kabulü ile burada ismini hatırlayıp anacaklarımız ve hatırlamayıp anmayacaklarımız, hakikat yolunda görüp aktaran her kim vardı ise, onlara teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Doğası gereği hakikate dair kesinlik arayışı içerisindeki felsefenin; tüm alt alanları ile birlikte sınırları ve sınırlılıkları belirlenmiş, genel geçer tek bir yöntem talebi haklı bir taleptir. Bununla birlikte hakikat arayışına yönelik diğer çaba ve kabiliyetleri, felsefenin belirlediği sınırlılıklar içerisinde kalmaya zorlamak, felsefenin temel gayesine de ters düşecektir.
Bu makalede, Baumgarten ile başlayan ve Kant’ın Yargı Gücünün Eleştrisi ile çerçevesi çizilen estetiğin değişim sürecini ele alan Gamze Keskin’in ilgili makalesi bağlamında, Çiğdem Yazıcı’nın Üsküdar Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Sanat Felsefesi, 2020 Güz Dönemi, dördüncü hafta ders içeriğinden hareketle; Estetiği felsefe kapsamında tutmaya yönelik çabaları ve bu çabaların vardığı sonuçlar irdelenecektir. Felsefi estetiğin kurucu babası olarak görülen Baumgarten, akılcılığın zirve dönemi olacak 18.yüzyılın hemen öncesinde, 1735 yılında Şiirin Gereklilikleri Üzerine Felsefi Meditasyonlar adlı doktora tezi ile Estetik kavramını tekrar felsefenin hizmetine sunmuş, Baumgarten estetiği “duyusal bilginin bilimi’’ olarak tanımlamış ve bilme sürecinin tan kızıllığı olarak betimlemiştir. Baumgarten estetiği, Metafizik adlı eserinde bilme biçimlerinden biri olarak tanımlamıştır. Buna göre estetiği bilişsel bir alt bilme formu olarak ele almıştır. Doğrudan metafiziğe ait bir bilim olarak Psikolojinin altında ele aldığı estetik kavramını ruhun
Keskin,Gamze, Estetik Üzerine Yazılar; Baumgarten’denPostmodernizme, 2019,ALFA
bilişsel bir yetisi, tasarımlama gücü olarak tarif eder. Baumgarten’a göre ruh’ta belli belirsiz algılar vardır.3Baum garten bu algıların toplamını ruhun temeli olarak adlandırıyor. Bu temel alt bilme yetilerine malzeme sağlıyor. Baumgarten Bir şeyi tasavvur ederken, tasavvur edileni bir diğerinden ayırt eden, edemeyene göre daha derine gider.4 Böylece tasavvur edilebilenin ayırdedilebilme ölçeğince ‘’Üst Bilme’’ ve ‘’Aşağı Bilme’’ düzeylerini belirlenmiş olmaktadır. Baumgarten aşağı bilme yetileri ile ilgili analogon rationis tanımlaması yapar. Gamze Keskin bu tanımı makalesinde ‘’akıl benzeri’’ olarak Türkçeleştirir.
Baumgarten’in de tanımladığı gibi Estetik Felsefenin kız kardeşidir betimlemesi ile aşağı bilme faliyeti olarak konumlandırılmıştır. Baumgarten’in çabası her ne kadar estetiğe dair algımızı belirleyen duyusal bilme türüne, felsefe içerisinde yeniden yer açma çabası olsa da, doğa bilimlerinin ve aklılcılığın baskısının izlerini diline nasıl yansıdığını görmek mümündür. 19. yüzyılda tüm sosyal bilimlerin yapmaya çalıştığı gibi onun da, estetiği doğa bilimlerinin ölçütleri ile sınırlanabilip sınırlanamayacağına dair bir arayışı olmuştur. Ancak estetik, ne bilimin nesnelliğine, ne de felsefenin rasyonalitesine sahip değildi. Nitekim Baumgarten’in felsefesi günümüze gelene kadar hem rasyonalistlerin hem de kendinden sonra Kant’ın Yargı Gücünün Eleştrisi’nde ortaya koyduğu yaklaşımın gölgesinde kalmıştır.
Kant estetik yargılarımızın bilgi yargılarımızdan farklı olarak nesenel ve kavramsal olmadıklarını öne sürer. Kant estetik yargılarımızı oluştururken hayal gücümüzün devreye girdiğini ve bilgi yargılarında olduğu gibi kategorileri temel alarak gerçekleştirişemeyeceğini, buradaki yargı faliyetinin ‘’Reflektif Yargı’’ gücüne dayandığını söyler.
Keskin, Estetik Üzerine Yazılar, s. 23 4 Keskin, Estetik Üzerine Yazılar, s. 23
Baumgarten’in estetik agısında olduğundan farklı olarak Kant, meseleyi nesne özne ilişkisi bağlamında ele almıştır.Baumgarten’da olduğu gibi güzellik nesnesi üzerinde bir nesnellik arayışından, özne tarafından belirlenen bir estetik yargı zeminine oturtulmuştur.
Burada Kant’ın reflektif yargı yetisi olarak tanımladığı şeyin aslında gerçekten bir yeti mi olduğu sorgulanmaya değer bir konudur. Kant estetik yargının hayal gücü ile özne tarafından verildiğini söylemiştir. Şu sorular sorulabilir, kantın terminolojisi ile dile getirecek olursak ‘’Bu gül güzeldir’’ yargısını verdiğimizde özne olarak, oluşan bu yargıya, aktif olarak katılım durumumuz ne ölçüdedir? Beğendiğimiz nesne karşısında onun güzelliğine dair yargı sürecine ne kadar katılıyoruz? Yargıyı veren özne isek muhatabı olduğumuz ‘’güzel’’ nesne ile ilgili herhangi bir yargıda bulunmama seçeneğimiz var mıdır? Buradaki kastım dilde ifade edilebilen bilgi yargısını, dile getirmeyi ya da getirmemeyi seçmek değil. Buradaki kastım öznenin ilgili güzellik nesnesini, beğenmeyi ya da beğenmemeyi seçme’sinin mümkün olup olmayacağı sorusudur.
Tamamen pasif durumdaki öznenin, maruz kaldığı güzellik karşısında tamamen aciz kalacağı açıktır. Öznenin, güzel karşısında yargı vermek şöyle dursun, çaresizce boyun eğmekten başka hiç bir seçeneğinin olmayacağı açıktır. Bırakalım akıl yürütmeyi, insan olabilmenin dahi en temel gereksinimi olan seçme kabiliyetini, özgür iradesini dahi kullanamayacak güzel karşısında bakakalacaktır.
Bu durumda özne; güzellik nesnesi hakkında, hayal gücünü kullanarak estetik yargı veren değil, güzele dair verili yargının doğrudan ortaya çıkışına şahitlik eden durumunda kalmaktadır.
Öznenin nesne karşısındaki bu pasif durumu sadece öznenin yöneldiği dışarıdaki nesne için geçerli değil, aynı zamanda ve bizzat ilkin öznenin muhayyilesinde ortaya çıkan şiir, şekil verdiği çamur, yonttuğu taş, boyadığı tual, vurduğu telin notası için de aynıdır. Güzel olan eğer öznenin muhayyilesinde ortaya çıkmışsa, çıkmıştır, o andan itibaren öznenin onu esere dönüştürmekten başka hiç bir çaresi ve seçeneği yoktur. Bu süreç ne hayal gücüdür ne de felsefe. Hakikat kendisini eserinde güzel olma niteliği ile açmıştır. Kant’ın deha diye tanımladığı bu durum aslında, özne için hakikatin kendi muhayyilesinde, kendi bedeninde, kendi sözlerinde, kendi ellerinde, güzel niteliği ile ortaya çıkışına şahitlik etmekten öte bir şey değildir.
Kant’ın öznesi için de, maruz kaldığı güzellik karşısında, özneden nesneye doğru verilmiş bir estetik yargıdan söz etmek mümkün değildir. Özne için nesneye dair estetik yargı verebiliyor olduğu iddiasında bulunmak tanrıdan rol çalmaktır. Bizler ancak şahitleriz.