Sonluların Sonsuz Sayıdaki Toplamından Söz Edilemez | Spinoza | Conatus

Spinoza “Alemde yayılmış olan bütün tikel şeyler, Tanrının sıfatlarının duygulanışlarından ya da Tanrının sıfatlarını filân ve filân belirli tarzda ifade eden tavırlardan başka bir şey değildirler:”[1] der. Bu ifadelere tümden katılıyorum ve Spinoza’nın, Ethica’nın görkemli aksiyomatik mimarisi içinde sunduğu kanıtlamalara bu açıdan tamamen teslim oluyorum. Tanrı ve doğa arasında kurulmuş bu türden bir ilişkinin, insan açısından hem doğayı daha değerli kılacağı hem daha erdemli yaşamanın gerekliliğine dair imkanlar ve açıklamalar sunacağı açıktır. Evet doğa tanrıdan başka bir şey olamaz bu doğru ama bu zorunluluk tanrıyı da doğadan başka bir şey olamamaya mecbur edemez ya da edememeli. Sonsuz bir tanrının doğaya temas etmiyor olması, doğanın ayrı tanrının ayrı tözlerinin olması elbette düşünülemez. Büyük bir tanrı varsa o mutlak büyük olmak zorundadır ve mutlak büyük bir tanrı varken diğer şeylere yer yoktur çünkü o varlığı kuşatmış olmalıdır.    Spinoza’nın tanrıyı doğaya özdeş kıldığı  düşüncesi açısından problem bunlar gibi görünüyor.  Bir şey nasıl oluyor da kendi sıfatı ile özdeş oluyor? Yada belirli bir tavır nasıl oluyor da, o belirli tavrın sahibi ile özdeş oluyor? 

Sonluların sonsuz sayıdaki toplamından söz edilemez, ki sonsuza erişebilelim. Sonsuz; sonluların tümünü kuşatır, fakat sonluların toplamı ile sonsuza erişemeyiz. Sayılarla ifade edilenlerin tümü sonlulara dairdir. Sonsuz, sayılarla ifade edilemez. Çünkü sonlu çoktur fakat sonsuz diğerlerinin arasından seçilmemiş şekilde tektir. O halde sonsuzu ifade etmek için, sonluları ifade etmekte kullandığım ifadeleri kullanmayı reddedip, sıfırı kullanacağım. Ayrıca sonsuzun, sonsuz döngüsünü ifade etmesi bakımından sıfırın, dairesel form olarak diğer rakamlardan daha kabiliyetli da olduğu açıktır. Diğer yandan sonsuz, sayma değeri bakımından bir’dir. Doğadaki karşılıkları bakımından birçok bir’den bahsedilebilir; öyle ki doğadaki her bir tekil nesne sayısınca birden bahsedebiliriz, oysa sıfırın çoklar aleminde bir kaşılığı yoktur, bir şeyin sıfır adet varlığından bahsedilemez. Ancak sıfır içeriğinden bağımsız olarak kurulabilir. Sıfır dışındaki sayılar nicelik vasfı olarak varlıktaki nesnelere yüklenir, bir masa, iki mum, yedi elma gibi. Fakat sıfır, sonsuzu ifade etmesi bakımından birlerden bir birin varlığından daha kesin bir varlığa sahiptir.  Diğer yandan, sonlularla aynı olmamak bakımından sıfır, sayma değeri bakımından mutlak bir’dir. Yani sonsuzluğu saymaya kalkışırsak ancak bir diye başlarız ve orada biter, yani ikiye geçemeyiz. Buna da mutlak bir olma durumu diyelim. Yani sıfırın bir olma hali, sonlulardan herhangi birinin bir olma  halinden daha kesindir. Sonsuz tanrıdır, tanrı bir’dir. Tanrının bir olmaklığı, sonlulardan herhangi birinin bir olmaklığından farklıdır. Sıfırın birliği zorunludur. Tikellerin her birinin, bir diğer bir ile kıyas edilebilir bir birliği söz konusudur. Sıfır dışındaki her sayı doğa nesnelerinin niceliksel ifadeleri için kullanıyoruz, ancak doğa nesneleri zorunlu olarak var olmak zorunda değildir. Sıfırı sonsuz için, yani tanrı için kullanıyorum. Geldiğimiz nokta itibarı ile sonsuzun sonlu olanlarla girdiği içerme-içerilme ilişkisi bakımından aynılık, kuşatma- kuşatılma bakımından farklılık durumuna ulaştık. Zorunlu olmayan, sonlu, birlerin meydana getirdiği doğa nesnelerine veya bu doğa nesnelerinin toplamına varlık atfetmeyi, zorunlu, tek ve sonsuz olana varlık atfetmeye tercih etmeyeceğim. Tanrı bir olmak vasfı ile diğer tüm var olanları var ederken, sıfır olmak vasfı bakımından var ettiklerini de yok eder. Tanrının mutlak birliğinden pay alan tüm doğa nesnelerinin ve dahi insanın doğaya ait yönü varlığını tanrının bir olmaklığına borçludur, diğer yandan tanrının sıfır olmaklığından pay alan her doğa nesnesi de sıfırdan pay aldığı anda yok olmaya da mahkumdur. Doğa nesneleri açısından bir olmak, bir araya getirilmiş olmak gibi parçaların bütünü oluşturmasını ifade eder, fakat Tanrı için bir terkip olma durumu söz konusu olmamalı. Tanrı terkip edilen değil terkip edendir, aynı zamanda  tanrının terkip ettikleri  kendisi dışından da değildir. Tanrının doğaya özdeşliği sıfırın birlere özdeşliği demek değildir. Oysa birler tanrıdandır fakat tanrı değildir, bir olmaklığın mutlak bir olmaklıktan farkını ortaya koymaya çalışmıştık. Spinoza’nın ifadesi ile Natura Naturans ve Natura Naturata’nın bir ve aynı şey olduğunu söylemek çok kolay görünmüyor. Bununla birlikte belirlenmiş doğanın da belirleyen doğanın dışında bir şey olduğunu da söylemek güç. O halde (yetmez ama, Spinoza) diyerek makalemizin asıl konusuna geçebiliriz.

Bir Olana Bir Duygulanım Yeter: Aşk 

Bu makalemizin temel konusu Spinoza’nın duygulanımlar görüşüdür. Spinoza;  En başından belirtmem gerekir ki; gelecekteki çalışmalarımı, gerek Spinoza, gerekse küçük nüansları göz ardı edersek temelde aynı gelenek üzerinde olduklarını kabul edebileceğimiz diğer filozofların ontoloji görüşleri üzerine yapmaya henüz karar verdiğim bir aşamada; Spinoza’nın görüşlerini, alanda yazılıp çizilenleri, itirazları, üzerine inşa edilen farklı görüşleri, hakkıyla kuşattığım söylenemez. Basit bir ifade ile bu makalenin en büyük ön kabulü, yetersiz bilgiden kaynaklı, özensiz ve aşırı ifadeler barındırabileceğidir. Dolaysısıyla yanılıyor olabileceğim düşüncesini baştan kabul etmiş durumdayım. Bu makalemi, ödev mecburiyeti ile erken kaleme alınmış, özensiz bir düşünme cüreti olarak görüyorum.  

Spinoza Descartes’le hesaplaşmasını henüz bitirmiş, onun ortaya çıkardığı düalizmi, ethica’sında temellendirdiği tek töz ontolojisi ile izale etmiştir. Ortaya koyduğu doğaya özdeş tanrı düşüncesi, içinde olduğu yahudi cemaatinden aforoz edilmesine de neden olmuş, ateistlikle suçlanmıştır. Esasen bu kafirlik suçlamaları, Spinoza dışında benzer geleneğin farklı kültürlerdeki diğer temsilcilerinin de aynen başına geldiğini, Sühreverdi’den Arabi’ye,  Mevlana’dan Yunus Emre’ye, Spinoza ile benzer töz düşüncesine sahip diğer filozofların da başına geldiğini biliyoruz. Hristiyanlık ve Musevilikte yerleşik dini iktidarın İslam’la ortadan kaldırılmış olması, geleneğin günümüze kadar islam düşüncesi içerisinde bir okul olarak güçlü bir şekilde temsil edilebilmesine imkan sağlmış diğer yandan Spinoza’nın görüşleri de  batı da Marks’tan Hegel’e, Nietzche’ye  kadar bir çok filozofun görüşlerini etkilemiştir.

Bu makalemizde Spinoza’nın Conatusun gücünü artıran ve azaltan neşeli duygulanımlar ve kederli duygulanımlar ifadelerini kritik etmeye çalışacağız. Spinoza’ya göre aktif oluş durumlarının karşısında bu etkinlik durumundan mutlaka bir etkilenen vardır ve her şey bu etkinlik hiyerarşisi ile varoluşsal çaba içerisinde, bir yukarıya çıkmaya çalışmaktadır. İşte tam da bu çabayı Contaus olarak tanımlar Spinoza. Conatusun gücünü artıran veya azaltan duygulanımlar söz konusudur. Neşeli duygulanımlar ve kederli duygulanımlar. Böyle bakıldığında Töz’ün duygulanımları kendinden aşağıdaki tüm basamakları nedensellik bağıntısı içerinde etkilediği şeklinde bir açıklama ortaya çıkmıştır. Elbette bir tek tözden bahsettiğimiz için duygulanımlar tözün duygulanımları olacaktır. Dolayısıyla Conatusun etkileneceği duygulanımın gücü azaltan mı ya da artıran mı duygulanım olacağını belirleyen tözün kendisidir. Yani ne yönde bir duygulanım ortaya koyacağını belirleyen tözün yani doğanın yani tanrının  kendisidir. Dolayısıyla etkilenim nesnesi burada pasiftir. Spinozanın pasif duygulanımlar dediği şey de tam olarak budur. 

Bu makalemde itiraz etme hadsizliğine girişeceğimiz durum da tam olarak budur. Conatus’un esasen hiçbir seçenek karşısında pasif olmadığını iddia ediyorum. Şöyle ki; Tek bir tözden birbirinden farklı yani hem kederli hem neşeli duygulanımların ortaya çıkması tözün doğasına aykırıdır. Mükemmel durumdaki tözden birbirinden farklı hallerde duygulanımlarla ortaya çıkıyor olması onun töz olmasını sorgulamaya açar. Sonsuz ve mükemmel olanın duygulanımı da elbette mükemmel ve sonsuz olmalıdır nitekim de öyledir. Fakat duygulanımların sonsuz olması onun sayıca çokluğu anlamına gelmez tıpkı tözün durumu gibi tek ve bütün olmasını gerektirir. Durum buysa neşeli ve kederli duygulanımların durumu aslında sonsuz sıfatların durumundan farksızdır. Sonsuz sıfatların kurduğu tanrının, nasıl sadece uzam ve düşünce sıfatı konatusun idrakine açılıyor ama sıfatlar sonsuz ise, sonsuz duygulanımların da aynı şekilde neşe ve keder olarak açıldığı ama sonsuz olduğunu düşünebiliriz. Her iki durumda da sonsuzifadesini sayıca çokluk  anlamında kullanmıyorum. Bu Spinoza’nın da teslim edeceği üzere tözün doğasına uygun biçimde sonsuz ve bütünlüğü ifade eder. Yani sonsuzdan bahsederken sadece tek bir sonsuzluktan bahsedebiliriz. Aynı şekilde Spinoza’nın geometrisine göre de böyle olmak durumunda gibi. İddiam şudur ki Conatus aslında tözün sonsuz, kesintisiz, bir ve tek olan duygulanımını, neşeli ya da kederli algılamak konusunda pasif değil aksine aktif durumdadır. Bireyin özgürlüğü de tam olarak burada açılıyor. Afektleri öyle mi yoksa böyle mi karşılayacak oluşumuz özgürlüğün kapısının sonuna kadar açık olduğunun kanıtı haline geliyor. Spinoza’nın ortaya koyduğu şekilde Conatus için afektlerden kaçınmak, birinin yerine bir diğerini koymaya çalışmak bir çaba olarak ortaya çıksa da, hangi afektin geleceğini belirleyemeyiz, belki sürekli ardı ardına kederli duygulanımlar belki de sürekli neşeli duygulanımlar gelecektir. Bu gerçekten pasif bir durumu işaret eder ve özgürlüğü yok eder. Oysa tek bir duygulanım olduğunu kabul eder ve onu nasıl karşılanacağınının karar yetkisini Conatus’a verirsek özgürlüğün de önü açılmış olur. Duygulanımların neşeli ya da kederli olmak üzere iki şekilde ve töz kaynaklı gelmeyeceğinin bir kanıtı olarak bu sınıflandırmaya dahil edilemeyecek arada kalmış duygular ele alınabilir. Örneğin hüzün duygusu kederli duygulananımlardan biri gibi görünmekle birlikte çoğu zaman bu duygu bizde bir tür hoşnutluk duygusu da açabilir. Başka bir yönü de, kederli olduğunu düşündüğümüz duygulanımların Conatusun gücünü azaltacağı iddia edilmesidir. Manzara gerçekten böyle midir? Örneğin Spinoza’nın kendi hayatına bir bakalım. Bir Yahudi filozof olarak sırf belirli bir inanç gurubuna, belirli bir toplumsal guruba dahil oldukları için diğer tüm yahudi filozoflar gibi kederli duygulanımlar diyebileceğimiz dışlanmayı, aşağılanmayı dibine kadar yaşamış yetmiyormuş gibi düşünceleri nedeni ile ait olduğu inanç gurubundan da aforoz edilmiştir. Bunca kederli duygulanımların pasif muhatabı Spinoza’nın varoluşsal gücünün azalmış olabileceğinden söz edilebilir mi? Tüm bu makul, sarsıcı ve güçlü argümanları ortaya koyan zihin bunca kederli duygulanımların muhatabı Spinoza’ya ait değil midir?  Denilebilir ki; evet işte tam olarak kederli duyguların yerine neşeli duyguları koymuştur, peki bu yerine koyma ya da kaçınma işlemi sırasında, kederli duygunun yerine koyacağı neşeyi nereden bulmuştur? İşte tam da bu noktada farklı duygulanımlar arasında tercih yapmak yerine, eşlik eden olgular, olaylar ve nedenlerle birlikte duygulanımları nasıl karşılayacağına karar vermiştir, özgürlüğün yolunu seçmiştir düşüncesi daha makul görünmüyor mu? 

Önce söz verdiğimiz gibi, Yunus Emre’yi konuya belki buradan itibaren dahil edebiliriz. Yetmez ama, Spinoza! çıkışımızın nedeni belki buralarda açılabilir. Öyle ki; Yunus Emre için aşk’tan başka bir şey yoktur. Ona kederli ve neşeli duygulardan bahsetsek, ihtimaldir ki aşktan başka ne olabilir ki diyecektir. Ona göre aşk;  neşe, keder, hüzün ya da başka her ne duygu varsa tümünün yerine geçecetir. Diyebilir ki; aşk bir nehirden akan su gibidir,  kişi, yolcu, pervane ya da Conatus, onu hangi kaba koyarsa o rengi alacaktır, içildiğinde kimine soğuk, kimine sıcak, kimine acı kimine tatlı gelecek fakat hepsinin susuzluğunu giderecektir. Ona yürüme takati, kendi olma gayreti ya da Spinoza’nın ifadesi ile Conatus’a varoluşsal çabasını ortaya koyacak gücü verecektir.  

Sonuç:

Nihayet yukarıda tartıştığımız gibi, kederli duygulanımların Conatus’un gücünü mutlaka azaltarak açmayabileceğini, ya da neşeli duygulanımların mutlaka çoğaltarak açmayabileceğini gördük. Bunun dışıda neşeli ya da kederli duygulanımlar sınıflandırmasına dahil edemeyeceğimiz türden duygulanımların da mümkün olabileceğini düşündük. Belki özgürlüğe de bir kapı aralayabiliriz umudu ile, Spinoza’ya bir düzeltme yapma hadsizliğine dahi giriştik. Nitekim onun ikili duygulanımlarını, tözün doğasına uygun olarak, sonsuz, bütün ve tek olana, aşk’a indirdik. Böylece Conatus’a onu nasıl karşılayacağına karar vermesi hakkında bir özgürlük alanı açma çabamızın saflığına sığınarak bağışlanmayı diledik.

Kaynakça: 

Spinoza, B. (Çeviri: Ülken H.Z), 2011,Ankara, Dost Kitabevi Yayınları


[1] Spinoza, B. (Çeviri: Ülken H.Z), 2011,Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, s. 71

İlgili yazılar

Cevaplayın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Kategoriler